Sorularla Mehdi

Hz. Mehdi’ye İhtiyaç Var Mı?

Hz. Mehdi’ye ihtiyaç var mı?

Burada yer verdiğimiz âhirzamanın dehşetli atmosferi insanlığı içerisinde bulunduğu bu kaostan kurtaracak bir Mehdi’ye duyulan ihtiyacı zorunluluk derecesine getirmiyor mu?

Dilerseniz konuyla ilgili biraz daha tahşidat yapalım ki, o­nun gelmesi gerekliliği kendiliğinden ortaya çıksın.

İhtilafların, kargaşanın, zulmün yaygınlaştığı bir dönemdir o­nun dönemi. Âdetâ gün doğmadan önceki zifiri karanlığı andırır.

Ebû Saidi’l-Hudri’den rivayet edildiğine göre bir gün Allah Resûlü, “Size Mehdî’yi müjdeleyeyim mi?” diye sormuş ve devam etmişlerdi: “O ümmetim içinde insanlar arasında ihtilaflar ve sarsıntılar baş gösterdiği zaman gönderilir. Zulüm ile dolan yeryüzünü adaletle doldurur. o­ndan gökler ve yer ehli razı olur.” (İkdü’d-Dürer, Varak: 54sı; Kitabü’l-Fiten, Varak: 5lab.)

Fitnelerin kol gezdiği bir devrenin insanıdır Hz. Mehdî, bu korkunç fitneden sakındırmayı ihmal etmeyen Allah Resûlü, bunun İslâm Deccalı olan Süfyan’a-ki Hz. Ali ve bir kısım ehl-i tahkiki Müslümanlar arısında çıkan Deccal’a Süfyan demişlerdir (Şuâlar, s. 492.) ve Hz. Ali hep bu Deccalden bahsetmiştir (Şualar, s. 489.) ait olduğunu dahi bildirmiştir. Öyle ki ümmetini yedi fitneden sakındırırken bu fitneye dikkat çekmişti Resûl-ü Ekrem (a.s.m.). Bu yedi fitneden birinin Şam’da çıkacağını ve buna Süfyanî fitne (İkdü’d-Dürer, Varak: 23a-b.) denileceğini bildiriyordu. Geçmiş dönemlerde İslâm’a merkezlik yapan Şam ilelebet böyle kalacak demek değildi. Sonraki dönemlerde başka bir şehir İslâm’a merkezlik yapabilirdi. Öyleyse Süfyan başka bir İslâm merkezinde niçin çıkmasın?

Bu fitne ve fesada, karışıklıklara, ahlak bozukluğuna başka hadis-i şeriflerde de dikkat çekilmiştir: “Dünya herc ü merc olduğu, fitneler zuhur ettiği, yollar kesilip insanlar birbirlerinin mallarını yağma ettikleri; büyük küçüğe merhamet, küçük de büyüğe saygı duymadığı zaman, Allah [Hz. Mehdî’yle] dalâlet kalelerini fethedecek, kapalı kalpleri açacak, dini ilk zamanlarda ikame ettiği gibi âhirzamanda da yeniden ikàme edecektir. Dünya zulümle dolduğu zaman adaletle dolduracak birisini gönderecektir.” Taberânî, Mu’cemü’1Kebîr.

Hz. Mehdî muhakkak gelecektir. Çünkü Mehdî’siz Deccal olmaz. Firavun’suz Hz. Musa, Nemrud’suz Hz. İbrahim olmadığı gibi… o­nun için Deccal’a da ayrı bir fasıl açmak gerekecek ve o zaman Hz. Mehdî’nin gelme zorunluluğu ve hizmetlerinin ehemmiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

İnsanlık tarih boyunca nice musibetlere, zulüm ve işkencelere maruz kalmıştır. Âhirzaman ise az önceki rivayette de belirtildiği gibi insanları ümitsizlik ve karamsarlığa itici, kuvve-i mâneviyelerini sarsıcı hadiselerle doludur. Hele Deccalın fitnesi, mânevî tahribatı öylesine büyük ve icraatı öylesine dehşetlidir ki, Hz. Nuh’tan itibaren bütün peygamberler ümmetlerini o­nun şerrinden sakındırma ihtiyacını hissetmislerdir.

Cenab-ı Hakkın İlâhî âdeti ise her devirde bunalan insanlığı gönderdiği mânevî görevlilerle kurtarmak şeklinde kendini göstermiştir. Geçmiş devirlerde raydan çıkan, bozulan insanlarını düzeltmek için peygamberler gönderdiği gibi âhirzaman denilen Peygamberimizden Kıyamete kadarki süre içerisinde de maddî ve mânevî felaketlere maruz kalan insanları da müceddit, mürşid, bir nevi mehdî denebilecek büyük zatlarla desteklemiştir. Ümmetin bozulduğu dönemlerde gelen bu zâtlar, mü’minler için büyük bir dayanak noktası olmuşlardır.

Asırları yeisten kurtaran, moral veren ve kuvve-i mâneviyeyi takviye eden mehdîler ve âhirzamanın büyük mehdîsiyle ilgili olarak Mektûbât’ında şu satırlara yer veriyor Bediüzzaman:

“Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i îmanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye’se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyet’in bir silsile-i nûrâniyesi olan ÂI-i Beytine ehl-i îmanı rabtetmek için, Mehdîyi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdî gibi, her bir asır, Â1-i Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîlér bulmuş.” (Mektûbât, s. 96.)

Şu var ki, âhirzamanın büyük mehdîsi daha geniş çapta hizmetleri omuzlayacaktır. Bu hizmetler siyaset, diyanet, saltanat, cihad âlemi gibi birçok dairedeki hizmetleri birden içerisine almaktadır. Diğer çağların mehdîleri bu hizmetlerin bütününü birden değil, sadece bir veya birkaçını üstlenmişlerdir. Meselâ siyaset âleminde Mehdî-i Abbasî, diyanet sahasında Gavs-ı Azam, Şah-ı Nakşibend, Aktab-ı Erbaa ve o­n iki imam gibi büyük zatlar büyük Mehdî’nin bazı vazifelerini icra etmişlerdir.

İşte büyük Mehdi’nin bazı vazifelerini değişik dairelerde bazı büyük zatlar gördükleri içindir ki bazı ehl-i tahkik Hz. Mehdî’nin çıktığına hükmetmişlerdir.

Oysa bütün bu dairelerdeki hizmetlerin bütününü birden âhirzamanın Mehdî’si üstlenecektir.

Büyük mehdînin diğer mehdîlerle karıştırılmasının önemli bir sebebi de bu şahıslar hakkındaki rivayetlerin farklılığıdır. Bu husustaki hadisleri tefsir eden âlimler, hadislerin metinlerine tefsirlerini ve çıkardıkları hükümleri tatbik edip zamanlarında saltanat merkezi Medine veya Şam’da olduğu için Şam, Basra, Kûfe gibi yerlerde çıkacaklarını tasavvur edip bütün dünya tanıyacakmışçasına bir vaziyet vermişlerdir. Halbuki bu dünya imtihan dünyası olduğu için akla kapı açılır, irade elden alınmaz. Bunun içindir ki o müthiş şahıslar çıktığı zaman çoklan, hatta kendileri de başlangıçta Deccal olduklarını bilmezler. Ancak nur-u îman dikkatiyle tanınabilir. (Şualar, s. 487; Sözler, s. 310.)

Cenab-ı Hakkın, kemal-i ·rahmeti gereği, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatlar gönderdiğini, fesadı izale edip milleti ıslah ettiğini, din-i Ahmedî’yi (a.s.m.) muhafaza ettiğini söyleyen Bediüzzaman, sonra da şunları söylüyor:

“Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da, Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.” (Mektûbât, s. 425.)

Bediüzzaman, Mektûbât’ında Hz. Mehdî’nin gelmesinin hiç de imkânsız olmadığını örneklerle anlatır. Buna göre bir dakika zarfında yerle gök arasını bulutlarla doldurup boşaltan, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eden, baharda bir saatte yaz mevsiminin nümûnesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını îcad eden Kadîr-i Zül· celâl, Mehdî ile İslâm âleminin zulümâtını niçin dağıtamasın? Vaadettiğine göre elbette yapacaktır. Kudret-i İlâhiye açısından bakılsa gâyet kolaydır. Sebepler dairesi ve hikmet-i Rabbâniye noktasında düşünüldüğünde de gâyet makul ve vukûa lâyık olarak görülür. Bu noktada Bediüzzaman şu cümleleri kullanır:

“Eğer muhbir-i Sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır” diye ehl-i tefekkür hükmeder.” (Mektûbât, s. 425.)

Çağımızın önemli âlimlerinden biri olan Mevdûdî’nin bu konudaki görüşleri de hemen hemen Bediüzzaman’ın görüşleriyle uygunluk arz etmektedir. O kaynaklara dayanarak ister çağımızda, isterse asırlar sonra gelecek olsun hem akl-ı selîm, hem fıtrat, hem de dünya gidişatının Hz. Mehdî’yi gerektirdiğini söyler. Böyle bir lider bekleme anlayışının halkı uyuşukluğa ittiği, aktiviteden alıkoyduğu şeklindeki şikayetlere karşı çıkar. Doğru olanın halkı bu duruma itenin Hz. Mehdî’nin geleceği inancı değil, yanlış anlamalar olduğunu söyler. o­na göre Mehdî inancının sadece diğer dinlere ait cemaatlerde bulunduğu şeklindeki anlayış da bâtıl bir itikaddan başka bir şey değildir. Şöyle der Mevdûdî:

“Dünyádaki hayatın son bulmadan, İslâm’ın dünya dini olarak zuhur edeceğini, keder ve ümitsizliğe kapılmış insanın kendi îcadı ve inancı olan bir sürü ‘ izm’leri denedikten sonra Allah’ın `izm’ine ilticaya mecbur kalacağını, bu işin tahakkuku ise, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) tarafından ortaya konulan ölçülerle hareket edecek, çalışacak ve İslâm’ı asıl hüviyeti ile yayacak olan bir lider tarafından mümkün olacağını, Peygamber Efendimiz gibi o­ndan evvel gelmiş olan peygamberlerin de kendi cemaatlerine söylemiş olabileceklerini zannetmekteyim. Hem de böyle bir tebşirâtın bâtıl tarafı nerede?”

Bu ifadeleri serdeden Mevdûdî, Mehdî inancının gayr-ı müslim cemaatlerde de bulunuşunu açıklarken, bunu, diğer peygamberlerden gelen rivayetlerden aldıklarını, fakat hurafeler katarak yorumladıklarını söyler. Tespitlerine göre avam, yani halk, bir bakışıyla kafirleri mahvedecek, bedduasıyla tankları ve uçakları imha edecek eski zaman kıyafetli, modası geçmiş, mistik görünüşlü ve bir gün âniden medreseden çıkıverecek bir Mehdî’yi beklemektedirler. Yine o­na göre,”yenilikçi mucitler” de bunu imkânsız görmektedirler.

Daha sonra Mevdûdî, Hz. Mehdî’nin nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşlerini de şöyle anlatır:

“Fikrime göre gelecek olan kimse bütün cârî şubelerine ve hayatın ana problemlerine de çok derin nüfuza sahip ve çağının en modern bir lideri olacaktır. Devlet idaresi, siyasî basiret ve harpteki stratejik hüner bakımından bütün dünyayı hayran bırakacak. Fakat çok korkarım ki, o­nun getireceği yeniliklere karşı ilk feryadı basanlar; ulemâ ve sofiler olacaktır. Kezâ o­nun tanınabilmesi için alelâde bir adamın durumundan farklı şekillere sahip bulunacağını ummaktayım. Kendisini de Mehdî olarak îlan edeceğini kabul etmemekteyim.”

Mevdûdî peygamberler dışında kimsenin bir iddia hakkına sahip olmadığını, dolayısıyla Hz. Mehdî’nin, “Ben Mehdî’yim” diye ortaya çıkmayacağını, Mehdîliğin iddiayı değil, icraatı tazammun ettiğini belirtmekte ve peygamberlik ölçülerine göre hilafeti tesis edecek olan Mehdî’yi ancak insanların eserleriyle tanıyabileceklerini de söylemeyi ihmal etmemektedir. Sonra da görüşlerini şöyle dile getirmektedir Mevdûdî:

“Kanaatime göre Mehdî de, diğer inkılapçı liderler gibi sert mücadele ile yolu üzerindeki mutat engellere karşı koyma zorunda kalacaktır. Saf İslâm esası üzerine yeni bir fikir ekolü vücuda getirecek ve halkın zihniyetini değiştirecek, ilmî ve siyasî mahiyette kuvvetli bir harekete girişecektir. ‘Cahiliye’ o­nu parçalamak üzere tütün kuvvet ve kudretini bir araya toplayacak, fakat âkıbette “Cahiliyye” mağlup edilecek ve kuvvetli bir İslam devleti kurulacaktır.” (Mevdûdî, İslâm’da İhya Hareketleri, s. 47, 48.)

Mevdudî aynı yerde Hz. Mehdî’nin bir taraftan gerçek İslâm ruhunu yayarken, diğer taraftan da amelî inkişaf ve tekâmüle sonsuz bir hız kazandıracağını söylemekte ve sonra da şu noktaya dikkat çekmektedir:

“Şayet İslâm’ın beklenen dünya hâkimiyeti fikri, fikir, kültür ve siyaset bakımından tahakkuk edecekse, o vakit şümullü ve kudretli bir liderliği sayesinde böyle bir inkılâbı tahakkuk ettirecek büyük bir liderin zuhuru da kezâ şarttır. Böyle bir liderin zuhuru fikrine yan bakanların akl-ı selîm noksanlığına hayret etmekteyim! Bu dünyada Lenin ve Hitler gibi günahkâr liderlerin sahnede görülebilmesine rağmen; aynı hal, fazilet timsali bir lider için neden uzak ve meşkûk (şüpheli] addedilsin.” (Mevdûdî, İslâm’da İhya Hareketleri, s. 48, 49.)

Bu izahlardán sonra Hz. Mehdî’nin gelmesinin zarureti hakkında şunu söyleyebiliriz:

Hz. Mehdî Deccal’ın dehşetli fitnesini defedecek büyük bir mâneviyat kutbu olduğu içindir ki bilhassa o devirde yaşayan ehl-i îman için büyük bir nokta-i istinad olacaktır. İmanların tehlikeye düştüğü, tarihte emsaline az rastlanır tarzda zulüm ve istibdadın hükmettiği bir zamanda o gelip gönüllere su serpecek, Allah’ın varlığını, birliğini kalplere nakşedecek, îmanın hazzını yaşatacak, musibetlere karşı dayanma gücü kazandıracaktır. Bu ihtiyaç münasebetiyle olsa gerektir ki, bir hadis-i şerifte, Sahabe, Resûlullah’tan sonra bir hadise olacağından korkmaları ve Resûlullaha sormaları üzerine Allah Resûlü o­nlara Hz. Mehdî’yi müjdelemişlerdi. (Tirmizi, Fiten: 43.) Yine ihtiyaç sebebiyle olacak ki o dönemin insanları bal arılarının arı beyine sığındıkları gibi Hz. Mehdî’ye sığınacak, (el-Burhan, Varak: 82a.) o­nu baş tacı edineceklerdir. Kurtubî’nin Tezkire’sinde belirtildiğine göre de, insanlar dört bir yandan gelip o­na bîat edeceklerdir. (Tezkiretü’l-Kurtubî, s.187.)

Bir hadiste Hz. Mehdî’yi olan bu ihtiyacın önemi ve büyüklüğü sebebiyledir ki dünyanın yıkılmasına bir gün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî’yi göndereceğinden bahsedilmektedir. (Ebû Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.)

İlgili yazılar:

Leave a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*