Mehdinin kim olduğunu, ne vazife göreceğini, nasıl bir mücadele vereceğini, İslam dinini hangi plan ve yöntemleri kullanarak tekrar ihya edeceğini en iyi bilen hiç kuşkusuz derin devlet dediğimiz derin güçler, perde arkasında çalışan fesat şebekeleridir. Peki kimdir bu derin devlet ve fesat komiteleri? Şöyle tanımlanabilir: Uzantısı dış ülkelerin istihbarat yönetim merkezlerinde olan mason dernekleri, bilim kisvesi giymiş inkâr-ı ulûhiyet fikri temsilcileri, içimizdeki kemalist rejimin bekçileri ve diğer bazı irili ufaklı dalalet fıkraları.
Tüm bunları tek kelime ile ifade edersek “derin devlet” tabiri bu tanıma en uygun kelime olarak kabul edilebilir. İşte geçtiğimiz yüz yıllık zaman diliminde çok etkili olan bu derin devlet Mehdiyi ve mücadelesini en iyi bilen cephedir. Çünkü Mehdi bu cephenin tahribatını tamir etmek, yaymaya çalıştıkları dinsizlik fikirlerini çürütmek, cemiyetin zihnini bulandırmak için ortaya atılan menfi fikirleri iptal etmek ve İslamın nurunu tekrar dünyaya yaymak için mücadele edecektir. Yani Mehdi ve derin devlet zıt kutuplardır. Bu nedenle her iki cephe de birbirini çok iyi tanımak zorundadır. İşte Risale-i Nur’da izah edilen bir çok konu derin devlet dediğimiz mihrakların zehirli fikirlerine karşı bir panzehir, iman cephesinde açmak istedikleri gediklere karşı bir set, İslam akidesinde yaymak istedikleri salgın hastalıklara karşı bir ilaç hükmünde olmuştur.
Derin güçler ve fesat komiteleri ise her türlü vasıtayı kullanarak doğrudan İslam inancına ve imana hücum etmişler, şu aziz milletin İslamla olana bağlarını koparmaya çalışmışlar. Bilhassa genç beyinleri zehirleyerek menhus emellerini gerçekleştirmek için ellerindeki her imkanı bu yolda kullanmışlar.
Bazen açıktan hücum etmişler, bazen de perdeler arkasından münafıklık yapmışlar. Kimi zaman, daha ispat bile edilemeyen bazı bilimsel teorileri gerçekmiş gibi kabul ederek ilim kisvesinde imana ve inançlara saldırmışlar, bazen de zahiren anlaşılması zor olan bazı müteşabih ayetleri, misal yolu ile anlatılan hakikatleri, benzetmeler şeklinde ifade edilen hadisleri bahane ederek zihinleri bulandırmaya çalışmışlar. Bu fiilleri her fırsatta yapmışlar, hiç geri adım atmamışlar. Bu gün bile güçleri nispetinde yapmaya devam ediyorlar.
Benzer tarzda, iman ve inanç cihetinde zihinleri bulandırmaya çalıştıkları gibi, İslamın mühim meselelerinden birisi olan Mehdi meselesinde de aynı şekilde akılları ve zihinleri karıştırmaya çalışmışlar ve günümüzde bile karıştırmaya devam ediyorlar. Yani Mehdi ile ilgili zihinlerde çeşitli tereddütler meydana getirmek için gayret sarf ediyorlar. Bunun için ise, tespit edebildiğimiz cihetiyle, tarihi seyir içinde aşağıda ifade etmeye çalıştığımız şekilde bir yol takip etmişler.
Şöyle ki:
1- İlk önce yaptıkları iş ve fiil her zaman olduğu gibi inkar olmuş. “Mehdi meselesi İslamda yok” demişler. Bu mühim hakikati inkar etmeye kalkışmışlar. Bunu da zamanında açıktan ve pervasızca yapmışlar. Mesela Afyon mahkemesinde zamanın savcısı Nurlarda izah ve şerh edilen kıyamet hadisleri ile ilgili olarak, “İstinad ettiği hadîsler zayıf ve hattâ mevzu olmakla beraber, te’villeri yanlış ve aslı yoktur. Süfyana dair hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur” gibi garip ithamlarla doğrudan inkar cihetine gitmişler. Bu konuda sonraları bazı sözde ilim sahiplerini ve zahiri hocaları da kullanmışlar. Böylece cemiyetin zihnini bulandırıp hakikate giden yolu tıkamaya çalışmışlar.
2- Doğrudan inkar yolu ile başarıya ulaşmayınca bu sefer de perde gerisine çekilerek hadisler üzerinde bazı tartışmalara zemin hazırlamışlar. Öncelikle, “Mehdi Kuran’da geçmiyor” diyerek kafa karıştırmışlar. “Mesele sahih hadislerde geçiyor” diye ispat edilince, bu sefer de en önemli iki hadis kaynağı olan Buhari ve Müslimde geçmiyor diye itiraz etmişler. Bu konuda ise bazı enaniyetli ilim sahiplerini, birtakım “ilahiyatçı unvanlı” akademik çevreleri maksatlarına alet etmişler. Maksatları yine zihinleri karıştırıp Mehdi meselesini önemsizleştirmek, sulandırmak ve bu konuda milletin kafasına fitne sokmak.
3- Bazen de bazı sofi meşrep hocaları kullanarak hadislerin zahiri manalarına göre aklın ve hikmetin kabul etmeyeceği şekilde yorum ve izah yaptırmışlar. Bu yolla hem inançlara tereddüt vermeye çalışmışlar, hem de Mehdi, Deccal ve Süfyan gibi mühim hakikatlerin doğru bir şekilde anlaşılmasına engel teşkil etmişler.
Bakınız, bu gün dahi bazı cübbeli ve cübbesiz tipler yanlış anlamaya ve anlatmaya devam ediyor. Halbuki Risale-i Nurda kıyamet alametleri ile ilgili teşbihli ifadelerin tüm tevilleri aklın anlayacağı ve vicdanın kabul edeceği bir şekilde izah ve şerh edilmiş. Niçin bu sofiler bu hakikatlere sırtını çeviriyor, anlamak zor. Hala Mehdi ve Deccal bekleyenler var. Değerli bir ağabeyin dediği gibi, “Deccal ve Süfyan gelse daha neyinizi yıkacak, her şeyimiz yıkılmış.” Bakın şu geçen asra her türlü kutsal değerlerimizi alabora etmişler. Bir zamanlar şu ezanlar bile okunamıyordu, değil mi? Zaman tamirat zamanı olduğu halde, ısrarla yine tahribat yapacak birini beklemeye devam ediyorlar. Böylece Nurlarda beyan edilen hakikatlere karşı garip bir inat içindeler.
Bu noktada Mehdi bekleyenlere de şu soruyu sormak lazım:
Şayet yeni bir Mehdi gelecek ise onun karşısında bütün kutsal değerleri tahrip etmeye çalışacak bir de Deccal gelecek demektir. Bu da en dehşetli ve insanlık tarihindeki en büyük yıkım olacaktır demektir. Peki hem şu aziz vatanımız hem de şu yaşlı dünyamız böyle büyük bir yıkıma tekrar dayanabilir mi?
4- Derin güçlerin ve zındıka komitelerinin Mehdi meselesini sulandırmak ve değersizleştirmek için denedikleri bir başka yol da sahte mehdileri piyasaya sürmeleridir. Bunların arkasına destek koyarak toplum nazarında palazlandırmalarıdır. Maksat yine müspet harekete balta vurmak, gerçek Mehdinin hizmetinin yolunu kesmeye çalışmaktır. Hatta günümüzde bunların sayısı artmaya başladı. Biraz sakal uzatıp, kafasına bir sarık geçiren, ağzı da bir-iki kelam yapan bazı tipler etrafına biraz adam toplayıp gizli veya açıktan mehdiliğini ilan ediyor. Bir de “YouTube” kanalı açtı mı kendine, daha tutulamaz duruma geliyor. Üstelik “siyaset mehdiliğini” ilan etme safhasına gelenler bile var. İşte tüm bu tipler bilerek veya bilmeyerek Mehdinin karşısında olan ve Süfyana hizmet eden kesimlerin bir ölçüde ya oyuncağı, ya da bilerek veya bilmeyerek yardımcısı konumunda oluyorlar. Kendini mehdi zannedip veya zannettirip de kemalist rejimin ucundan tutmak da ahir zaman alametlerinden olsa gerek…
Bu noktada derin devletin ve kemalist rejim bekçilerinin oyununa karşı uyanık olmak, içtimai ve siyasi sahada bu güçlerin maşası olmuş ve onlara hizmet eden dindar görünümlü tiplerin ehl-i iman camiasındaki meydana getirdikleri tahribattan sakınmak, hakikat yolunda Mehdi’nin (as) mesleğine dört elle sarılmak ve Nurlardaki Kuran hakikatlerini aleme neşrederek ömrümüzün tüm dakikalarını bu yolda sarf etmek bizim en büyük vazifemiz olmalıdır.